24 Ocak 2012 Salı

Maziye karışacak, geleceği değiştirecek bir adım...

Hayat tercihlerden ibaret aslında.

O birayı içecek misin? Evet.        Hayır.

Onu seviyor musun? Evet.          Hayır.

Oraya gidecek misin? Evet.        Hayır.

Hayat hiç ucu açık sorular sormaz bize. Belki de bu yüzden böyleyiz hepimiz. Böylesine zavallıyız. 

Bir adım atıyorum. Bu ufacık adım -ki bu adım attığım andan sonra maziye karışacak biliyorum.- biri için kocaman bir gülümsemeye sebepken diğeri için yerçekimine yenilmiş hafif aşağıya doğru dudaklar demek. Biri için hayatının fırsatını yoketmekken diğeri için görülmemiş, bilinmeyen ufuklar açmak demek. Biri için ona gökkuşağını vermekken diğeri için elinden şekeri alınmış çocuk gibi olmak demek. Ve bu adım biliyorum tanımadığım fakat bu yazıyı okuyanları bile etkileyebilir. Hatta  '' Nerissaa mı o da kim? '' diyecek insanları bile etkileyebilir. 

Attığım adımla kıracaklarım; sizden şimdiden özür diliyorum, Robin Hood misali mutluluğunuzu çalmış ya da çalacak olabilirim. 

Attığım adımla mutlu edeceğim insanlar; sizden nefret ediyorum. Ben bile mutlu olup olmayacağımı bilmezken siz benim sayemde mutlu olacaksınız...


3 yorum:

by mutu dedi ki...

renkli yazı hea. html css anlarsın mı :D

TinselDevinimTerminali dedi ki...

“Hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız.” Kendimizden, kendimize dair dış dünyada hiçbir şey bulamadığımız için; yaşamak, tutsaklıktır. Düşündüklerimiz ile eylerimiz farklı, hissettiklerimiz ile gördüklerimiz, hayalimizdeki insanlar ile muhatap olduklarımız çok farklı. Farklılıklar içinde kıstırılmış zavallı tutsaklarız. Yapmaya mecbur olduğumuz şeyler; hiç de yapmak istediklerimiz değil. İçimizde özgür olduğunu haykırabilecek birisi var mı?
Dış dünya kusurludur, kusurlarla doludur, kusurlu olduğu için lanetlidir. Hepimizin ise içinde kusursuzluğa hasret çeken bir yan vardır. O yanımız hariç, diğer tüm yanlarımız da kusurludur. Tüm bu yanlarımızı reddedip kusursuz tek yanda “bir” olmak varken, tüm kusurlu yanlarımızın kusurlarını kusursuzlaştırmaya çalışmak da ne? Nihayetinde tüm kusurları kusursuzca onarılsa dahi insan kusurludur, çünkü sınırlı ve sonludur. Kusursuz olan sadece sınırsız ve sonsuz olan değil midir? Kusursuza duyulan özlem acıdır ve insan ancak acıyla olgunlaşır. Bizlerse arzularımızın kurbanıyız.
Şu an bunu yazanlar bile ben değilim sanki, bir başkası. Yaşamak başkalaştırıyor insanı, geliştirmiyor. Sadece farklılaşıyorsun eğer yaşıyorsan, olgunlaşmıyorsun. Olgunlaşanlar; ancak yaşayamayanlardır. Modern dünyanın, toplumsal düzenin dayattıklarını yaşamayanlar.
Kurdukları kendi iç dünyalarında tertemiz yaşamayı başarabilenlere ne mutlu! Evet, bu görünen dünyada yaşamaktansa sadece düş dünyasında yaşamak kat kat güzeldir. Dünya; yaşamak için dönmüyor. İnsan da yaşamak için doğmuyor. Her şey, ölmek için doğuyor.
“Kendimi dünya işleriyle henüz kirlenmediğim, her gizeme, her geleceğe açık olduğum o uzak gecelerde unutuyorum.” Yüzümün kızardığı günleri özledim. En ufak bir bakış, dokunuş veya söylenilen bir sözde insanın yüzünün kızarması ne asilliktir! Bu asalet temizlikten, saflıktan gelir. Her ortama yüzü kızarmadan ayak uydurabilen, “kişisel gelişim” ini tamamlamış çağımızın modern asilleri değil, gerçek asalet sahibi olan bunlardır işte: Yüzü kızaranlar.
İnsan, tanıdığı her yeni insanda kendinde olan bir eksikliği fark eder ve bu eksikliğini tamamlayarak kendini geliştirdiğini düşünür. Ama bu gelişim nereye doğru, hiç düşünmez. Edindiği her tecrübe, kişiyi hangi yöne doğru geliştirmektedir? Nerede ne yapacağını bilmeyen insan, bir de bakarsın her yerde her şeyi yapan insan oluvermiştir. Yaşamayı çok güzel öğrenmiştir!
Evet, modern dünyada “modern insan” diye tabir edilen insan profili; yaşamayı çok güzel beceren insan demektir. Güzelim utanma duygusunu yitirmiş, yırtık insandır bu çağda başarılı olan.
Ne başarı istedim, ne de kendimi geliştirmek. Buna rağmen hiçbir şey istemediğim halde, yaşamaktan ısrarla kaçtığım, kaçmaya çalıştığım halde yaşam, beni girdabının içine çekti ve zorla da olsa öğretti öğrenilmesi zorunlu çağın gerektirdiklerini. Yüzümün kızarması gereken yerlerde yüzüm kızarmaz oldu. Bazen keyifli, bazen üzüntülüydü ancak bir şekilde kabullendirdi bana istediklerini. Şimdi dönüp baktığımda sadece özlem duyduğumu hissediyorum. Saflığa, insansızlığa, yaşamsızlığa… Bu çağda yaşamak, tam manasıyla hastalıktır.

Nerissaa dedi ki...

Benim anlamadığım bilmediğim ne var ki sanki :D

----

Anlatmak istediğimi çok net anlatmışsınız. Fakat o kadar kötümser ki. Hayat bu kadarını hakketmiyor bence. Hayat yaşanmaya değer. Sırf küçücük bir bebeğin yüzündeki tebessümü görmek için bile yaşamaya değer. Hayatın böyle olmasını ben tasavvuf düşüncesi ile bağdaştırıyorum aslında.

Tasavvuf düşüncesinde varlık birliği var. Vahdet-i vücud yani yaratan ve yaratılan bir varlıktır.Ve bizler Allah'tan gelip yine Allah'a dönüyoruz. Allah'tan ayrıldığımızda yine Allah'a dönmek için ise belli bir çile lazım, acı lazım. Bunu en az seviyede yaşıyoruz modern çağın insanları olarak. Ama yaşıyoruz işte.

Söylemek istediklerimi böyle sizin gibi net bir şekilde aktarıyorum. Umarım anladınız... :)